24 Haziran 2021

YENİLENSENE – Müzik ve Ses – Ömer Emre Kaya

muzikveses

Tarihteki en eski olgulardan birisinin müzik olduğunu söyleyebiliriz. Arthur Schopenhauer’e katılmamak elde değil: “Dünya olmasaydı bile müzik olurdu…” Bu düşünce bizi müzik olgusunun tarih öncesinde de var olduğunu düşünmeye yöneltiyor. Tabii ki “tarih öncesindeki müzik” deyince bugün bildiğimiz anlamda müzik aletleri ile çalınan melodiler ve armonik eserlerden bahsetmiyoruz.

Bundan 2500 yıl kadar önce Krotona’da kurduğu Gizemler Okulu’nda filozof ve matematikçi Pisagor da öğrencilerine benzeri bir düşünceden bahsediyordu. “Diğer her şey sessizken, kâinatın müziğini duyabiliyorum” diyerek kâinattaki titreşimlerin bile duyu organları ve belki de 6. hissi yeteri kadar hassas canlılar tarafından algılanabileceğini ve bu titreşimlerin sürekliliğinin müzikle eş değer olduğunu anlatıyordu. Bundan dolayıdır ki 12 tonlu tampere müzik sistemini, icat ettiği tek bir telden ibaret olan “Monokord” isimli enstrümanda kurgulayarak modern müziğin ve aynı zamanda müzik teorisinin de öncüsü oldu.

Pisagor seslerin insan vücudu üzerindeki etkisinin farkındaydı ve kurguladığı bu sistemi 7 ana moda (ses dizisine) bölmüştü. Bu modlardan bazıları insanlar üzerinde enerji ve mutluluk verici bir etkiye sahipken, bazıları da ruhu baskılayan ve hüzün verici etkiye sahipti. Öğrencilerine 1. gruptaki modları ve özellikle bugün bildiğimiz ismi ile Majör Gamı (İyonyen) çalmalarını tavsiye ederken diğerlerinden uzak durmalarını, aksi takdirde ruhsal sorunlar yaşayabileceklerini ve kendilerini mutsuz hissedeceklerini belirtiyordu.

Modern çağda yapılan bilimsel araştırmalar seslerin ve dolayısıyla müziğin insanlar üzerinde sadece ruhsal ve düşünsel değil aynı zamanda fiziksel etkileri de bulunduğunu gösterdi. Yapılan araştırmalar canlılardaki hücrelerin sesten fiziksel olarak etkilendiğini ve sesi bünyesine kabul ederek bir çeşit “besin” olarak kullandığını veya kabul etmeyerek dışladığını kanıtladı. Bu, DNA zincirimizin sesler aracılığı ile şekillendirilebilir olmasına kadar giden bir olasılığı önümüze seriyor. Bundan dolayıdır ki 40.000 sene önce bugünkü Avustralya kıtasında yaşayan Aborjin yerlileri hastalarını iyileştirmek için kalın ağaç dallarından oydukları üflemeli müzik enstrümanı “Didgeridoo”yu kullanıyorlardı.

Antik Yunan’da ve Mısır’da müzik ve ses terapileri aynı amaçla daha sofistike bir şekilde uygulanıyordu. Bugün “Orta Asya” olarak andığımız Türkistan’da binlerce yıl önce şaman geleneğinden gelen vurmalı çalgılar ile yapılan ayinlerde insanlara ferahlık ve iyilik dağıtılıyordu. 9. yüzyıldan sonra tarih sahnesine çıkan Türk İslam Devletleri’nin kurmuş olduğu imarethane ve şifahanelerde yolcular ve hastalar su sesi ve dingin müziklerle rahatlatılıp dinlendiriliyordu. Günümüzde ise solfej frekansları ve binöral (iki kulakla ayrı ayrı dinlenen) sesler aracılığı ile modern iyileşme ve yenilenme yöntemleri kullanılıyor.

Tıpkı yediğimiz şeyleri, gezdiğimiz yerleri, ilişki kurduğumuz kişileri seçtiğimiz gibi sesi ve müziği de seçerek kendimizi iyileştirip yenilememiz mümkün. Bunun için yapmamız gereken maruz kaldığımız ses ve titreşimleri mümkün olduğu kadar bilinçli olarak seçmek. Hoşlanmadığımız veya bilimsel olarak zararı kanıtlanmış türlere maruz kalmamak ve faydası kanıtlanmış olanlara yaklaşmak.
Sesler ve müzik aracılığı ile iyileşip yenilenmek doğanın bize verdiği en büyük hediyelerden birisi. Kullanmak için beklemeye hiç gerek yok! Müzikle yenilenmenin gücünü kavradığımızda bizim için hiçbir şey asla eskisi gibi olmayacak…

Ömer Emre Kaya
Yönetici, Eğitmen, Danışman

Paylaş!
LinkedIn
WhatsApp
X
E-posta
Facebook
Print

Benzer Yazılar