MarcusAurelius Roma Meydanı’nda yürürken arkasında bir uşak olurmuş. Uşağın tek işi, insanlar Aurelius’a şükranlarını sunduğunda Marcus’un kulağına “Sen sadece insansın” diye fısıldamakmış. “Sen sadece insansın”.
Etten, kemikten, ruhtan,duygudan, düşünceden, histen oluşan her birimiz, biricik ve eşsiz olmakla beraber, insana dair olabilecek her türlü unsurdan müteşekkiliz.Farklarımız var elbet birbirimizden ama hepimiz aynı döngü içerisinde farklı konumlamalardayız.Geçtiğimiz ve geçebileceğimiz süreçler benzer, yanılgı ve doğrularımızda öyle.Farklı zamanlarda deneyimliyor olsak da bunları, yaratılışımızda ki benzerlikten ötürü sonuçlarda aynıdır aslında. Bunu idrak edebiliyor olmak,yararsız üzüntü ve çabalardan uzak durmamızı sağlar.Bazen de yersiz büyüklenmelerden alı koyar bizi…
Varlığımız, hepimizin kendine göre inandığı bir sebepten ötürüdür.Hiç bir canlı yoktur ki yeryüzünde, emsallerinden farklı bir sonla yaşamını tamamlamış olsun.Olası tek farklılık yaşama biçimi ile ilgili olanlardadır.Sınırlarını bilemediğimiz ama sınırlı aklımız ve yaşamımızla elde ettiğimiz her bilgi ve deneyim bizi her gün aynı kişi kalmakla beraber bir konumdan bir başka konuma taşımaktadır yaşamda.Bu konumu bireyin gelişim süreci olarak ele aldığımızda,insanı buğday başaklarına benzetmek, yanlış bir benzetme olmayacaktır.
Henüz yeni büyümeye başladığında yukarıya doğru dik ve mağrurdur başağın bedeni, henüz içi dolmaya başlamamıştır, olgunlaştıkça büyümeye ve içi dolmaya başladıkça başak eğilmeye başlar.
İnsan da bilgi ile donanmaya başladıkça, olgunlaşıp bilgeleştikçe mütevazılıktan da nasibini almaya başlar. Kişinin olgun başaklar gibi başını eğmesine benzetilebilecek bu duruma sebep; belki de öğrenmeye başladıkça aslında ne kadar cahil olduğunun farkına varması ve öğrenilmesi gereken ne çok şey olduğunu anlamasıdır.
Daima şükran ve övgü alan Romalı kahraman komutan Marcus Aurelius’un hikayesinde olduğu gibi, sürekli en iyi olduğunu bilme ve isteme arzusuna kapılmak yani egonun susturulamaz sesini bastırmak içindir o uşağın fısıldaması Aurelius’un kulağına.
Bazen olduğumuzdan daha çok şey bekleriz kendimizden.Unuturuz zaman zaman yapabileceklerimizin olduğu gibi, yapamayacaklarımızın da olduğunu.Olumlu ya da olumsuz,hayata dair herşeyin insana dair olduğunu.Bazen kendimize tahammülümüz olmaz bazen de başkalarına. İçimizdeki daha iyi olma arzusu bazen bir kıyasa götürür bizi.Bir ölçüm yapmaya başlarız olduğumuz hal ile olmasını ideal kabul ettiğimiz hal arasındaki mesafe için. Bu ölçüm kriterlerini her zaman kendimiz belirlemeyiz.Bunu belirleyen, ideal olarak kabul ettiğimiz şeyler çoğu kez sembollerdir aslında. Oysa kimse mesleği değildir, arabası veya saati.
Yapmış olduğumuz her tercihle bilfiil bir davranış sürecini başlatmış oluruz.Bu sürece yön ve anlam verecek olan biziz. İzleyeceğimiz yöntemin ne olacağına karar verende.Sayın hocam Selin Alemdar’ın da bir eğitimde ifade ettiği gibi, “atacağımız ilk adımdan sorumluyuzdur esasında”.Kendi inisiyatifimiz çerçevesinde doğru olduğunu düşündüğümüz ilk adım. Burada doğru kavramı, durum ve kişiye göre değişebilir. Esas olan, davranışın kendimize ve başkasına fayda sağlayabilme veya zarar vermeme durumudur elbette. Sonrasında, davranışlar bütününün bizi getirdiği noktada artık her şey bizden sorulur durumda olmayabilir. Artık başlangıçtaki gibi çok seçeneğimiz kalmamış olabilir. Konuya farklı kimselerin farklı bakış açıları olmakla birlikte Amerikalı psikolog William James’inego/ben konusundaki düşüncesi şöyledir: James’e göre “ben”, her insanın uykudan uyandığında hissettiği kişisel devamlılık duygusudur. Sadece bir kimlik duygusu olmanın ötesinde ben, bütün akli süreçlerimizin çıkış yeri ve algıladığımız bütün verileri süzgeçten geçiren bir filtre gibidir.Bu noktada egoyu doğru bir biçimde dengelemek, davranışlarımızı sağlıklı bir biçimde yönlendirmemiz gerektiği anlamı çıkarılabilir. Bununla birlikte her davranışın ego durumuyla yakından ilintili olduğu da görülmektedir.
Sonuç olarak, insan az şey bildiğinde başaklar gibi dik bir egoya sahiptir beyni ve kalbi isteme arzusu ile kuşatılmıştır. Ancak zamanla bir şeyler öğrenir insan ve bununla olgunlaşıp aslında ne kadar aciz olduğunu görür.Neyin faydasına olduğunu ve ne oranda istemesi gerektiğini de öğrenir böylelikle. Burada yapılması gereken, kişinin kendisini önceki cahil döneminde olduğu gibi dik bir egoya sahip bir şekilde çevresiyle iletişim kurması değil, yeni haliyle insanlara ve en önemlisi kendisine muamele etmesidir. Bu dünyada her insan biricik ve yeganedir ama kendinde başkalarına karşı hiçbir üstünlük görmemelidir. Öyle yada böyle yaşamı tamamlamak bir sonuçsa, bunun karşısında her canlı eşittir.Yaratacağımız tek fark yaşama ve kendimize kattığımız faydadır.