Erich Fromm’un Sevme Sanatı adlı kitabı ilgiyle okuduğum kitaplardan biridir. Yazar kitabın sonunda sevmenin uygulanması başlığı altında dört ana konudan bahseder. Bunları bir reçete olarak sunmaz ama önemli noktalar olarak üzerinde durur. Bu dört konu bir insanı sevmenin yanında bir işi, bir zanaatı, bir sanatı sevmenin ve de o konuda ustalaşmanın temellerini oluşturmaktadır. Gelin bu dört konuyu tek tek ele alalım.
İLGİ
Burada en önemli nokta İlgi duyduğumuz şeyi fark edebilmek!
Neye önem veriyoruz, neyi merak ediyoruz, neye yöneliyoruz, nerede olmak istiyoruz…
İlgi duyuyorsak öğreniriz!
Etrafımızda ilgi duyduğu konuların uzmanı olarak dolaşan insanlar olabilir. Aman dikkat! Çünkü ilgi duyuyor olmak yalnız başına bizi bir konuda uzman yapmaya yeterli değil maalesef. Müziğe ilgi duymak bizi müzisyen, resimle ilgilenmek de bizi ressam yapmaz ama müzisyen ya da ressam olmamız için ilham verir.
İlgi duymanın da bir süreci var. Nasıl mı?
- İlgi duyduğumuz şeyi uzunca bir süre izleriz.
- İlgimiz artmaya başladığında öğrenmek için zaman ayırmaya başlarız.
- Bu işi iyi yapanların yanında bulunmaya, onları taklit etmeğe yöneliriz.
- Başta davranışlarını gözlemliyorken bir süre sonra ufak ufak denemeler yapmak isteriz.
- Daha da ilerlersek o kişi ile aramızda usta çırak ilişkisi başlar. Bu aşamada hissedeceğimiz duygu “keyif” tir. Keyif aldığımızı fark ettikten sonra da üzerine düşmeye, yoğunlaşmaya başlarız.
ÜSTÜNE DÜŞME – YOĞUNLAŞMA
Yoğunlaşmaya en güzel örnek çocuklardır. Ne dersiniz? Çocuklar arkadaşlarıyla ya da tek başına oyuna daldıklarında yemek yemeği dahi unuturlar. 80’li yıllarda sokakta oynarken annemin ve babamın balkondan saatlerce bana seslendiklerini hatırlıyorum. “Hadi kızım akşam ezanı okunacak”, “Hadi kızım hava karardı eve gel artık”… 80’li yıllarda çocuk olmuş olanlar hatırlamıştır diye düşünüyorum. İşte tam da o yoğunlaşmadan bahsediyorum. Kendimizden geçtiğimiz, çevremizi unuttuğumuz ve duymadığımız, duymak istemediğimiz anlar.
Bir işe yoğunlaşmış insanları izleme şansınız oldu mu hiç? Onları dikkatle izleyin ne demek istediğim konusunda hem fikir olacağız. Gazete okuyan babanızı, ders planını hazırlayan annenizi, araştırma yapan çocuğunuzu, projeyi çizen ekip arkadaşınızı durun ve gözlemleyin. Beden dillerine bakın, göz hareketlerini inceleyin. Duygu durumları nasıl? Bu anlar onların en doğal, en gerekçi, en özgün ve en karizmatik halleridir. Odaklandığınızda anın içindesinizdir yani akışta ve engeller sunan ne iç sesinizi ne de dış sesleri duyarsınız.
Yoğunlaşırsak derinleşiriz!
İşinde ustalaşmış olan kişilerin ortak özelliği hiç sıkılmadan zorlanmadan işlerine bu derece yoğunlaşmalarıdır.
Bir işin gerçekten ustası olma yolundaysak o işin üstüne düşme eğilimimiz doğal olarak gelişir. Üstüne düşmemizi engelleyecek durumlar da olacaktır çünkü bizi bu yoğunlaşmadan alıkoyacak birçok etken var çevremizde. Hele hele günümüzde her anımızda yer alan televizyon, bilgisayar, telefon en önemli etkenler arasında. İşte bu aşamada içsel disiplini oluşturmak bunlarla mücadelemize katkı sağlar.
DİSİPLİN
Disiplin deyince aklımıza disiplin kuralları, disiplin cezaları ve disiplin kurulu geliyor olabilir. Yani bizim dışımızda birileri tarafından koyulan kurallar, planlar ve buna uyma zorunluluğu…
Burada tam tersi, insanın kendinden içsel olarak oluşan bir disiplininden bahsedeceğim.
İngilizce öğrenmek için yola çıktınız, hatta İngiltere’den bir bağlantı kurdunuz, akşamları sohbet ederek dilinizi geliştirmek için planlama yaptınız ve internet üzerinden görüşmelere başladınız. Başladınız da şöyle de bir durum var; arkadaşlarınız sizi rahat bırakmıyor. Akşamları bir yerlere gitmek için size ısrar etmeye başladılar. Kıramadınız ve her akşam bir yerlerdesiniz. Hafta sonları da farklı bir program çıkınca İngilizce sevdanızı yarıda bıraktınız. İçten içe zaman ayıramadığınız için pişmanlık duyuyorsanız ve yeniden bir plan yapıp ona yöneliyorsanız iç disiplinden bahsedebiliriz. Bu durumda işi aksattığınızda çevreniz tarafından verilen hiçbir ceza yok ama iç dünyanızda bir rahatsızlık duyuyorsunuz. Disiplinin yaptırımı dış kaynağa bağlı değil bize bağlıdır.
İç disiplinimiz varsa sürekliliği sağlarız!
İç disiplin yoksa o işi boş zamanımızı doldurmak için yaptığımızı düşünebiliriz.
SABIR
Sahip olduklarımızı düşünelim. Başarı, kariyer, unvan… Kendi çabamızla ve emeklerimizle bizim olmamışsa, elimizden kolay kayıp gidebilir. Elde etmenin bedelini ödememiş ve sahip olma yolculuğunu yaşamamışsak elimizde tutmanın yol yordamını da bilemeyiz.
Çocukluğumuzda istediğimizde bizim oluveren oyuncaklar, talep ettiğimiz an alınan kıyafetler, gitmek istediğimizde gidilen yerler derken yetişkin olunca kurduğumuz hayatlar ve ardından gelen ihtiyaçları karşılama çabası… Bu hayatta bir meslek, bir tatil, bir araba, bir ev sahibi olmak için nasıl emek ve zaman harcamamız gerektiğiyle yüzleşivermelerimiz. Attan inip eşeğe binmelerimiz…
Hans Eysenck’e göre, insanın ilk dürtüsü zevk arama ve acıdan kaçınmadan yanadır. Karşılaşılan zorluğa karşı sabırlı olmayı seçtiğimizde acıya dayanma eşiğimizi de yükseltiriz.
Sabır gösterirsek varmak istediğimiz noktaya ulaşırız!
Baba olmak da, anne olmak da, sevgili olmak da, eş olmak da, öğrenci olmak da, çalışan olmak da, yönetici olmak da, patron olmak da ustalık ister.
İnsanın kişiliği usta olma yolculuğunda bir araçtır. Bu yolda bu aracın olgunlaşmasına katkı sağlayacak olan da sevgidir. Sevgi emek verdiğimiz şeye inanma işidir. Sevginin tek başına yeterli olduğu düşüncesi ise yapabileceklerimizle yapamayacaklarımızın sınırlarını görebilmekten bizi alıkoyar. Soyut bir kavram olan sevgi için, ilgi, yoğunlaşma, disiplin, sabır ve eyleme geçmek somut ve hissedilir bir hal almasını sağlayacaktır. Sadece sevmek yetmez emek harcamak ve bunu göstermek gerekir.