Dünyada yaşanan bir salgın sebebi ile 5 haftadır evlerimizdeyiz. İşimiz ev, evimiz ev, gezmemiz ev, bahçemiz ev, oyun alanımız ev, misafir alanımız ev yani kısaca tüm yaşantımız evlerimiz oldu.
Her birimiz bu süreci farklı öğretiler ve deneyimlerle geçiriyoruz.
Ben mi? Samimiyetle zorlandığımı paylaşmak isterim.
En son ne zaman bu duyguları hissetmiştim diye düşünürken, tam 9 yıl öncesine götürdü beni zaman. Kızımı kucağıma aldığımda yaşadığım şaşkınlık ve aklıma peş peşe gelen soruları hatırladım… Lohusa diye adlandırılan o depresif ruh hali, belki de benim için tam da bu soruların cevabını bulmaya çalışmaktı.
Şimdi benim rolüm neydi? Hangi rolüm daha ağır basacaktı? Hangi rollerimi eş zamanlı yürütebilecektim? Daha da önemlisi yürütebilecek miydim?
İyi bir evlat?
İyi bir abla?
İyi bir dost-arkadaş?
İyi bir eş?
İyi bir gelin?
İyi bir ev hanımı?
İyi bir iş arkadaşı?
İyi bir anne?
Daha kaç farklı rolü üstlenebilirdi ki insan? Bunca sorumluluğun üstesinde gelebilmek mümkün müydü?
Kucağımda, gözleri ışıl ışıl parlayan, tamamen bana muhtaç bir bebek ile eve girdiğimde, kapının ardında tüm bu farklı rollerin nasıl da iç içe girebileceğini, önümüzdeki günlerde öğrenecektim ve alışacaktım da aslında.
Peki rolün kelime anlamı neydi? İlk duyduğumuzda sorumluluk ya da statü gibi algılansa da benzediği bu iki kelimeden ayrılıyor. “Bir kişiliği canlandıran oyuncunun söylemesi ve yapması gereken hareketlerin genel adı” der sözlükte. William Shakespeare’in “Dünya bir sahnedir ve bütün kadınlarla erkekler sadece birer oyuncu.” sözünü anımsadım bu tanım ile.
Başka bir tanım da ise “Belirli bir zamanda kişi ya da durumlara yönelik tepkilerimizi ifade eder” yazar. Öyleyse rolün çeşitleri olmalı. Biraz araştırdığımda, düşüncemde haklı çıktım. Temelde 2 çeşit rol karşımıza çıkıyor.
Verilmiş (Edinilmiş) ROL: Kişilerin yetenek ve becerilerine bakmadan ve onların bir çabası olmadan, kendileri dışındaki faktörler tarafından sağlanır. Yani kişi, doğumuyla, cinsiyetiyle veya yaşıyla ilgili bu statüyü-rolü elde eder. Örneğin; yaşlı, genç, kadın, erkek, siyah, beyaz . . .
Kazanılmış ROL: Kişilerin kendi çabaları sonucu elde ettikleri statüdür. Örneğin; anne, baba, öğretmen rolü çok büyüktür ve çok çabuk değişebilir.
Biraz daha detay istersek de aşağıdaki rol çeşitleri karşımıza çıkıyor:
Psikosomatik Rollerimiz vardır. Uyumak, yemek yemek gibi.
Psişik Rollerimiz ise; zevk duyan, algılayan, aşık olan, güven duyan yanlarımızdır.
Sosyal Rollerimiz kişilerarası etkileşim, öğrenme ve model alma, taklit etme ile zenginleşir. Toplum içinde belli yer edinmemizi sağlar. Eş rolü, komşu, baba, anne, çalışan rolü sosyal rollerimizdendir.
Biz de Shakespeare’in sözünde bahsettiği gibi genelde hayatı hep bir sahne; kendimizi de bu sahnedeki oyuncular olarak tanımlıyoruz. Yatağından kalk, yüzünü yıka, üzerini giyin…. ışıklaaaaar ve sahne 1; iş günü başlıyor ve sonra gelen farklı farklı sahneler farklı farklı roller…
İçinde yaşadığımız günlerdeki fark ise, istediğimiz zaman istediğimiz role girebileceğimiz farklı mekanlarımızın ya da yeterli zamanımızın olmaması. Perde hep aynı noktada açılıyor ve aynı noktada kapanıyor, oysa rollerimiz sürekli değişkenlik gösteriyor.
Öyle ya; evde çıkan bir tartışma sonrası evden uzaklaşıp, sevdiğimiz bir arkadaşımızla bir bardak kahve içer, biraz kafa dağıtırdık.
İş yerinde çok kızdığımız bir durum oluştuğunda veya o ortamda bulunmak istemediğimizde dışarı çıkıp bir hava alma lüksüne sahiptik.
Çocuklarımızın okulda olmaları ve ebeveyn olarak bizlerin yoğun iş tempomuz sebebi ile onları özlüyorduk; bir arada olduğumuz zamanlarda da sabrımız sanki daha fazlaydı, birlikte daha kaliteli vakit geçirebiliyorduk.
Canımız evde yemek yapmak istemediği zamanlarda, dışarıda bir lokantaya gitme, eve yemek siparişi verme gibi seçeneklerimiz olabiliyordu.
Evlerimize temizlik için yardımcı alabilme özgürlüğümüz vardı.
Çocuklarımızın eğitim öğretimini üstlenen bir öğretmeni, birlikte güzel zaman geçirebileceği, onlarla koşturup oynayacağı, enerjisini tüketeceği arkadaşları ile park zamanları vardı.
Hafta sonlarını dört gözle bekler, pazar piknikleri, doğa yürüyüşleri, sahilde bisiklet turları, kimi zaman o beğendiğimiz kıyafeti mağazadan alma planları yapma ya da geniş mangal sofraları kurma rahatlığına sahiptik.
Tiyatro ya da sinemaya gider, spor yapar, açık hava konserlerini takip eder, müze gezileri yapardık.
İş görüşmeleri, seyahatler, toplantılar, ofiste geçirilen zamanlar, öğlen yemekleri, iş çıkışı mesai sonrası buluşmaları, hafta sonu gezileri, şehirler arası ziyaretler, hafta sonu dışarı-sosyal hayat etkinlikleri ile bir koşturmaca içinde günler haftalar geçer giderdi. Ve bir an olsun durmaya, dinlenmeye fırsat bulamamaktan şikâyet ederdik.
Şimdi ise tüm bu bahsettiğim yaşanmışlıkları, hayatımızın olağan akışını evlerimize sığdırmaya çalışıyoruz.
Kimi zaman alışveriş yapan, kimi zaman çocuğu ile ders çalışan, kimi zaman evinde iş başında olan, ailesi ile sohbet eden, hatta arkadaşları ile kutlamalar yapan ya da kendi gelişimi için kitap okuyan bir birey olmaya devam ediyoruz.
Aslında her zaman sahip olduğumuz çoklu rollerimizi sadece gerektiğinde kullanırken, şimdilerde bu farklı rollerimizi mekândan ve zamandan bağımsız olarak dört duvar arasında, aynı anda, belki de hiç destek almadan yönetmeyi öğreniyoruz.
Teknolojiye uyumlanıyoruz, dijital dünyaya hızlıca adapte oluyoruz.
Eğitimlere konu olan hızlı değişimi ve değişen dünyada çevik olabilmeyi tam anlamı ile yaşıyoruz.
Bu süreci güzel bir fırsata çevirmek ise sadece kendi elimizde.
Hayatımızda köklü bir değişikliğe gitmeden, bir doğum, bir ölüm, bir evlilik, bir ayrılık, bir terfi, bir görev değişikliği…. olmasına gerek kalmadan ;
Haydi buyurun rollerimizi daha yakından tanıma ve en önemlisi her birini dengede yönetme zamanı.
Rol çatışmaları yaşamadan, rol belirsizliğine kapılmadan ve aşırı rol yüklenmelerine izin vermeden, eş zamanlı ve dört duvar içerisindeki uygulamalı öğrenme günlerinde kendimizle artık baş başayız.
Yetkinliklerimizi daha da farkına vardığımız, bizi biz yapan tüm duygular ile barıştığımız, aynadaki gerçek biz ve rollerimiz arasındaki çizgilerle yüzleştiğimiz; bu geri dönüşü olmayacak günlerin sonuna kadar tadına varmalıyız diye düşünüyorum.
Peki ya sen? Hangi role daha çok yaklaştın? Hangisinden uzaklaştın? Yeni rollerini benimseyebildin mi?
Sahi sana hangi rolün iyi geldi?