Mart ayının kazma kürek yaktırır günlerinden birinde Kapadokya’da nazar boncuğu arıyordum ama özellikle ‘o’ nazar boncuğunu arıyordum. Henüz sezon açılmadığı için tezgâhların çoğu kapalı, açık olan neredeyse hepsine baktık ama yok… Artık ümidimi kestiğim ya da onu bulmak konusundaki inatçı ciddiyetimden kendim bile sıkıldığımdan sadece sıcak bir şeyler içmek için Güvercinlik Vadisi’nde durduk. Geçerken yine de tezgâhlara bakmaktan gözümü alamadım. Arkadaşımla ‘bu değil, bu da değil’ muhabbeti yaparken bizimle pek de alakadar görünmeyen 25 yaşlarındaki gençle göz göze gelip selamlaştım. Bakışındaki gülümsemeden bir süredir yanımızda olduğunu ve benim ümitsiz konuşmalarıma şahit olduğunu fark ettim.
‘Abla sen şundan almıştın, yine ondan mı arıyorsun?’ diyerek bir tane nazar boncuğu gösterdi bana. Zaten üç günlük eğitimden çıkmışım ya, gencin satış taktiğini yutmadım tabi! Ama kulak ardı edilemeyecek kadar ayrıntılı betimlemeler sıralamaya başlaması dikkatimi çekti.
‘Abla sen de hep çok soğuklarda geliyorsun, bak yine çok üşüyorsun’ diyerek içeriye gitti. Geçen sefer ikram edemediği için üzüldüğünü söylediği kendi yapımı olan sıcak şaraptan bir fincan alıp geldiği sırada bizi arabadan tanıdığını söyledi. Ben de arkadaşımın afilli arabasının genç bir erkek için akılda kalıcı olabileceğini düşünüp şaşkınlığımı yatıştırmaya çalıştım.
Önceki gelişimde -ki aradan dört ay geçmişti- üzerimdeki montun rengini, çok üşüdüğüm için hemen arabaya döndüğümü, aldıklarımın paketlenmesini, benim için arkadaşımın beklemiş olduğunu söyledikçe görsel belleğinin zenginliği karşısında hayrete düşmekten kendimi alamadım. İletişimi bu kadar doğrudan, sıcak ve samimi olmasa bir ‘Yağmur Adam’la karşılaşmış olduğuma inanacaktım.
Onunla konuşma fırsatını daha iyi değerlendirmek istediğim için birer bardak çay isteyip içerideki bölüme oturduk. Eğitimlerde kullanmak üzere fotoğrafını çekmek istedim.
‘Ben yeni sözlendim de abla, sözlüm Facebook’ta falan görürse hoş olmaz’ dedi.
Sosyal medyada yayınlamak için değil sadece eğitimlerde kullanmak için çekmek istediğimi söyledim ama ‘Sözlüm biraz kıskanç da’ deyince işine olduğu kadar aşkına da sahip çıktığını görüp daha çok sevdim Hasan’ı.
Döndükten sonra yaşadığım gün hakkında bir süre daha düşünmeye devam ettim; insan nasıl olur da bu kadar çok detayı hatırlayabilirdi? Bunun sırrı sadece işini sevmekten ve önemsemekten geçiyor olabilir miydi? Hasan’ın ayrıntıcı zihni bana insanlarla iletişim kurarken sadece daha ilgili ve dikkatli olmanın nasıl fark yarattığını hatırlattı.
Hasan o gün bizim yaptığımız alışverişten sadece 50 lira kadar para kazandı, bense onun gösterdiği özen ve ilgi sayesinde hep hatırlayacağım bir hikâye kazandım. Ve ‘o’ nazar boncuğu çalışma odamın duvarından bana hâlâ hikâyeler fısıldamaya devam ediyor…