Kahramanlarımız:
Aday: Türkiye’nin önde gelen özel Üniversitelerinden bir tanesinin Endüstri Mühendisliği Bölümünden yeni mezun olmuş. Yüzde yüz burslu olarak okumuş ve bölümünü birincilikle bitirmiş.
Şef: Biriminin lideri olarak çalışmakta. Ekibinde çalışan 4 mühendis arkadaşı var. Yeni bir ekip arkadaşı için arayışta.
Müdür: 7 farklı birimin altında 40’a yakın mühendisin çalıştığı bölümün yöneticisi. Emekliliğine yaklaşmış.
Şirket: Sektöründe lider. Üretim kapasitesi, teknolojisi, ihracat rakamları ile Türkiye’nin gurur kaynağı şirketlerinden birisi. İşe alımlarda oldukça seçici.
Ve görüşmemizin yaşandığı gün:
Aday, İnsan Kaynakları Uzmanı ve Şef ile olan ilk görüşmesini başarı ile geçmiştir. İkinci görüşmeyi Müdür ile yapmak üzere Ankara’dan gelmiştir, 5 saatlik bir yolculuktan sonra. Görüşmeye Şef de eşlik etmektedir.
Müdür özgeçmiş üzerinden klasik soruları yöneltmektedir:
– Stres altında çalışabilir misin?
– Biz seni neden alalım?
– Neden biz?
– Bize ne katabilirsin?
– Zayıf yönlerin neler?
gibi soruları adayımız, heyecanlı ama kendine güvenli duruşu ile, gayet güzel cevaplamaktadır.
Aday iyidir, pozisyona uygundur, her hali ve cevabı ile bunu belli etmektedir. Şef, uygun adayı bulduğuna mutludur; Müdür ile geçen görüşmenin de seyrinin iyi gitmesinden daha bir memnundur. Uzun zamandır aradığı doğru ekip arkadaşını bulmaya çok yakındır artık…
Derken…
İşte o akla ziyan an gelir çatar…
Müdür özgeçmişi eline alarak sorar:
– Bir dakika, hangi üniversiteden mezun olmuştun sen?
– XXX Üniversitesi, diye cevaplar aday.
– Biz XXX Üniversitesinden alım yapıyor muyduk ya?, diye sorar Müdür, Şef’e bakarak.
O dönemde şirket mühendislik eğitiminde önde gelen 4 malum Üniversite dışında alım yapmama kararı almıştır. Ancak bir süre sonra bu yanlışından dönmüş, farklı üniversitelerden gelecek iyi adayları da değerlendirmeye başlamıştır.
Müdür odasının önünde oturan asistanına yüksek sesle seslenir:
– Çisil* Hanım, İnsan Kaynaklarına sorar mısınız? Biz XXX Üniversitesinden mühendis alıyor muyuz?
– Tabi ki, diyerek hemen İK asistanının telefonunu çevirir Çisil Hanım.
Aday, şaşkındır. Bunun gerçek olmadığını düşünür önce. Eğer böyle bir kural varsa:
- Özgeçmişi nasıl geçmişti elemelerden?
- Hadi yanlışlıkla geçti diyelim, ilk görüşmeyi zaten İK uzmanı ile yapmıştı. Böyle bir hata varsa orda dönerdi ama görüşme başarılı geçmiş, ikinciye çağrılmıştı. Şimdi kendisine “Görüşmeniz olumlu” diyen İK birimi aranıp “Üniversite doğru mu?” diye soruluyordu.
- Peki İK atladı tüm prosedürleri, Şef nasıl atlamıştı… Nasıl bir silsile içindeydi?
Ama olanlar gerçekti, asistan İK ile görüşüyordu… Şaşkınlığı yavaş yavaş dehşet dolu bakışlara dönüştü.
Benzer duyguları yaşayan biri daha vardı, Şef. Olayın vahimiyetinden, adayın düştüğü durumdan kendisi utanmıştı. 4 Üniversite’den alım kararının esnetildiğini bilmekte idi ama yine de gelecek cevabın olur da farklı gelmesinden endişeliydi. İçinden duaya başlamıştı, bu utanç durum daha da derinleşmesin diye…
Ve Çisil Hanım dönüş yaptı:
– Maalesef, XXX Üniversitesinden alım yapmıyormuşuz.
Bölüm asistanı, İK asistanını aramış, bu cevabı almıştı. İK asistanı esnetilmiş kararı bilmiyordu; eski kararı kendinden emin bir şekilde söylemişti.
Müdür, anında özgeçmişi masanına bıraktı, adaya döndü:
– XXX üniversitesinden alım yapmıyormuşuz, dedi.
“Kusura bakma” gibi sözler söyleme ihtiyacı dahi hissetmeden görüşmeyi bitiriverdi. Şef’in, utanç kırmızısı içindeki yüzü ile, düzeltme çabaları boşunaydı. Müdür çoktan son noktayı koymuştu.
Aday’ın gözleri doldu. Ankara’dan atlayıp ikinci sefer gelmişti, hangisine yanmalıydı?
- Emeğine mi?
- Boşa çıkan umutlarına?
- Düştüğü duruma mı?
O duygu hali ile birkaç cümle etti, sitem içeren, sorgulayan… Ama çok da uzatmadı… Kalktı, gitti…
Kendine geldikten sonra muhtemelen Ankara biletini öne almak içi otobüs firmasını arayacaktı…
Çıkarımlarım:
Önce İnsan: Ast veya üst, işveren veya çalışan, görüşmeci veya aday; bunlardan bağımsız ve öncelikli karşımızdaki kişinin her şeyden önce “İnsan” olduğunu; sırf bunun için saygının en özelini hak ettiğini unutmamalıyız.
Duygusal Zeka: Çalışma azmimiz ve analitik zekamız ile önemli mevkilere gelmiş olabiliriz. Ama duygusal zeka, yani karşımızdaki kişinin duygularını anlayabilme ve ona iyi hissettirebilme yeteneği, en az bu ikisi kadar kıymetli. Ve duygusal zeka da geliştirilebilir, yeter ki farkındalık sahibi olalım ve değişimi isteyelim.
Şirketler ve Kurumlar: Akla Ziyan Bir İş Görüşmesi–2 yazımdaki çıkarımlardan bir tanesi burada da geçerli. Kurumlar çalıştırdıkları kişilerce temsil edilirler. Ancak bir kişinin yanlışını da tüm kuruma mal etmek doğru olmaz. Bu örnekte müdürün tarzı ne kadar tartışmalı ise, şirketin kurumsallığı ve ülkedeki yeri o denli tartışmasızdır.