“Türk gibi başla, İngiliz gibi bitir” sözünü duymuş olabilirsiniz. Etrafımıza baktığımızda yarım kalan işlerin ne kadar da çok olduğunu görürüz; bitmemiş inşaatlar, şirketlerde yarım kalan projeler…
Oysa zihnimizin çalışma prensibi gereği sürekli tamamlanmamış işleri düşünür dururuz. Aklımıza, sürekli bitir(e)mediğimiz, işler gelir oturur. Oradan kalkmasını da bilmezler. İstenmeyen bir misafir gibi hem oturur, hem de bizi sürekli konuşarak meşgul eder. Bu ülkenin insanlarının yorgunluğu, yılgınlığı ondan mıdır diye sık sık düşünür dururum.
Bireysel muhasebenizi yaparken şunun farkına vardınız mı? Tamamladığımız işler genelde aklımıza pek de gelmiyor. Peki, bizi bunca meşgul eden, işleri tamamlamama, erteleme alışkanlığımızı neden sona erdiremiyoruz? Ayağımıza bağlanan taş veya taşlar neler? Bunu aşmak için neler yapmalı? Okuduğum ve araştırdığım çeşitli kaynaklardan bir zemin bulmaya çalıştığımda şu sıralamaya ulaştım;
- Tamamlanmamış olan işlerde “zor” olandan başlamak gerek. “Zor”dan kastımız altından kalkamayacağımız işler değil, yapmaktan erindiğimiz işler. Eğer bu büyük boyuttaysa, küçük lokmalara bölüp o işi bitirmek en iyisi. Beyin, vücuda giren enerjinin en % 20’lik kısmını tükettiği için o enerjiyi mutlaka tasarruflu kullanmak istiyor. O yüzden bütün bu tembelliği. Beynimiz; “Amaaaan diyor, acelesi mi var, benim görevim öncelikle seni hayatta tutmak, Allah korusun beklenmedik bir şey olur, o enerji lazım olur, iyisi mi sen kolay olandan başla ki, -hatta mümkünse hiç başlama-, çok harcama yapmayalım”
- En kötü plan, plansızlıktan iyidir, derler. Ne olur mutlaka bir plan yapalım. Ancak bu planın içinde işinizi ne zaman bitireceğimiz, nasıl yapacağımız ve hangi kaynaklara sahip olmamız gerektiği de olsun. Yoksa o muhteşem organ yani beynimiz hemen işleri savsaklamaya başlıyor.
- Olumlu düşünmeyi elden bırakmayalım. Olumlu düşünmek, tüm olasılıkları göz ardı edip pembe bir dünya kurmak anlamına gelmiyor. Nasıl başarabiliriz, sorusu çok önemli. Nasıl olmayacağını veya nasıl yapamayacağımızı herkes biliyor ve ülkemizde bu konuda herkes uzman. Ancak olaylara, işlere olumlu yaklaşanlar daha hızlı mesafe kat ediyorlar.
- Hata yapmaktan korkmayalım. Batı’da yapılan bir araştırmada çocuklara büyüyünceye kadar 140.000 defanın üzerinde “yapma, etme” gibi olumsuz direktifler veriliyormuş. Bunu ülkemizde ölçen bir çalışma bilmiyorum ancak daha fazla olabileceğini tahmin ediyorum. Dolayısıyla hata yapmaktan korkan insanlar yetiştiriyoruz, bu da işlerin tamamlanma oranını ciddi düşürüyor.
- Mükemmeliyetçi olmamak gerekiyor. Mükemmeli ararken çoğunlukla normali yapamaz hale geliyoruz. Oysa küçük gelişmelerle, atılan adımlarla, harika ürünler, hizmetler, işler ortaya konabiliyor. Eleştiriye maruz kalmaktan çekindiğimiz için “mükemmeliyetçi olmak” bizim için sığınak oluyor.
- Yardım istemek ve ekip halinde çalışmayı becerebilmeliyiz. Gücümüzün, aklımızın, kaynaklarımızın yetmediği durumlar olabilir. Yardım istemekten çekinmek de sonuç almayı engelleyebiliyor. Bununla beraber yardım alırken tüm eforumuzu da sarf etmeye devam etmeyi çok önemli buluyorum.
- Farklı fikirler ve kaynaklardan yararlanmayı bilmeliyiz. Güncel tanımlama ile farklı açılardan bakabilmek, büyük resmi görebilmek çok önemli. Tam da sonuca giden yolda, tıkandığımızı hissettiğimiz anda, bir adım geri atıp başka açılardan bakabilmek, farklı olasılıkları düşünebilmek paha biçilemez kıymette.
- Belki de en önemli madde; “Yılmamak”. Her türlü güçlüğe, yokluğa rağmen yılmamak, çalışmak, çalışmak, çalışmak. Adeta çalışmaktan beslenmek. Satışta uzun yıllar çalışan biri olarak bireysel gözlemim şudur; sonuç alan satıcılar çok iyi satış becerileri olan satışçılar olmayabilir, ancak bir özellikleri onları benzersiz ve başarılı kılıyor. Kolay vazgeçmiyorlar ve işlerini takip ediyorlar.
Tavsiye vermek bazen itici olabiliyor ancak bununla beraber yaşanan deneyimleri paylaşmayı değerli buluyorum. Ben yukarıdaki bileşenleri kullanarak, işlerimi sistematik olarak bitirerek zihnimi rahatlatıyorum, kim bilir belki bu yöntem siz de işe yarar, ne dersiniz?