Doğa deyince aklınıza ne geliyor?
Neden bir yabancıdan bahsediyor gibi konuşuyoruz onu anlatırken? Korumak, zarar vermemek, yaşatmak derken bize sığınmış bir uzak akraba gibi bahsediyoruz. Bazen “doğa ana” bazen “doğal felaket” diyoruz.
Doğa deyince aklınıza ne geliyor?
Neden bir yabancıdan bahsediyor gibi konuşuyoruz onu anlatırken? Korumak, zarar vermemek, yaşatmak derken bize sığınmış bir uzak akraba gibi bahsediyoruz. Bazen “doğa ana” bazen “doğal felaket” diyoruz.
Sevginin en yüksek şekli, herhangi bir oluşu kişisel tercihlerimize veya çıkarımıza uyduğu için değil, onu olduğu gibi kabullenerek herhangi bir karşılık beklemeden sevmektir.
Bir bebeği sevmek …
Bir ağacı sevmek …
Bir köpeği sevmek …
İnsanı, bitkiyi, hayvanı ya da hepsini, bir arada ve bütün olarak sevmek. Ne anlamlı bir duygu! Nasıl büyük varsıllık!
“Toplumumuzda herkes, kendisine, sabit, sağlam temellere dayanan yüksek bir değer biçilmesine muhtaçtır ya da bunu ister.”
Bu sözler Maslow’a ait.
Sağlık Dengede…
Fransız fizyolog Claude Bernard “İç ortamın istikrarı, özgür hayatın koşuludur.” der. Bu istikrarı sürdürmeye de “homeostazi” adını verir. Homeostazi sayesinde dış çevredeki değişikliklere rağmen hücre kimyası istikrarlı kalır. Fakat iç ya da dış olumsuz etkiler bu denge durumunu bozabilir.
Bulunduğumuz çağda insanoğlu “yetinebilirlik” kavramının anlamını yitirdi. Doğanın sunduğundan daha fazlasını üretmek ve her şeye rağmen kazanmak; günün sonunda çevresine ve kendine zarar vermiş olsa da daha fazlasını elde etmek istedi. Başlangıçta doğa insanı tolere etti, yapılanları bağışladı ancak insanoğlu sınırını aşınca yapılanları insanoğluna geri sunmaya başladı.
Bir yol ayrımında olduğunuzu varsayalım. Sağ ve sola giden iki ayrı yol görüyorsunuz. Sağ taraftaki yoldan daha önce geçtiniz. Sol taraftaki ise daha kestirme ancak bilmediğiniz bir yol. Hangi yolu seçerdiniz? Çoğunluk sağ taraftaki bildiği yolu seçme eğilimi gösterir. Alıştığımız, bildiğimiz ve güvendiğimiz yolu seçme eğilimimiz bilinmeyene göre daha fazladır. Değişim gerekliliği oluştuğu durumlarda alışkanlıklarımız bize karşı koyarak “onu yapma bunu yap”, “o yoldan gitme bu yoldan git” der.
Yaşamınızda yer verdiğiniz nesnelerin hayatınızda kapladığı alanı hiç düşündünüz mü? İhtiyacınız olmadığı halde ne kadar sıklıkla alışveriş yapıyorsunuz? Bozulmuş, çatlamış bir eşyanın yerine yenisi almaktansa dönüştürmeye, tamir etmeye ne kadar şans tanıyorsunuz? Ev düzeniniz nasıl? Kütüphanenizde okumadığınız kaç kitap var? Giymediğiniz halde gardırobunuzda duran kaç kıyafetiniz var? Yaşamınızda gıdadan eşyaya geri dönüşüme ne kadar yer veriyorsunuz? Hayat temponuz nasıl?
“Uzak dediğin, önce içinde birikir insanın; sonrası sadece yoldur” der Murathan Mungan. Seyahat etmek de yola düşmek fikriyle başlar. Bir yerin, bir yerdekilerin, belki de kendimize kendimizin yetmediği noktada “gitme” fikri içimizde filizlenmeye başlar. Seyahat de bu arayışın bir sonucudur aslında.
Tarihteki en eski olgulardan birisinin müzik olduğunu söyleyebiliriz. Arthur Schopenhauer’e katılmamak elde değil: “Dünya olmasaydı bile müzik olurdu…” Bu düşünce bizi müzik olgusunun tarih öncesinde de var olduğunu düşünmeye yöneltiyor. Tabii ki “tarih öncesindeki müzik” deyince bugün bildiğimiz anlamda müzik aletleri ile çalınan melodiler ve armonik eserlerden bahsetmiyoruz.