ÖĞRENMENİN TADI (*) (**)
Tülay Üstündağ
Kaliteli bir porselenden yapılmış, aynı incelikte desenlerle süslenip gördüğünüzü daha da güzelleştiren bir fincan ve fincan tabağını elinize almaya ne dersiniz? En son ne zaman “Bir kahve içelim mi?” sorusunu duyup, bulunduğunuz yerden keyif almıştınız?
Peki ya nerede yeni çekilmiş, kıvamında kavrulmuş sabah saatinde elinize uzatılmış bir kahvenin kokusunu duyumsadınız? Ya da bir fincanın sapına ilk dokunuşunuzda porselenin serinliği ile kahvenin fincana vurmuş sıcaklığı arasında dolaşırken nasıl bir keyif almıştınız? Ve sonunda dilinizin üzerinde biraz bekletip sonra kaydırarak hem çabucak hem de ağır ağır yudumlayarak yuttuğunuz kahvenin tadı…
Bir fincan kahve içmek derken yazdıklarımı okuyorum da; fincanı gördüm, teklifi duydum, kahveyi kokladım, fincana dokundum ve lezzeti tattım. Bir kahve içimi kadar sürecek bir ritüel yaratmış gibi…
Tadı damağımda kaldı… Tıpkı son öğrendiklerim gibi: Bir besteci adı, yeni bir şarkı, bir haber, ilk baskısı yapılan bir kitap, bir sinema filmi, yeni bir seminer programı vd.
Öyle bir tat ki hep aynı keyfi yaşamak istiyor insan. Bu keyif yazının başlığına adını veren “Öğrenmenin Tadı!” Bunca yazılı ve görsel malzemeyle sunulan bilgi sıra dağlarına karşın, birey olarak gücümüz yettiğince adımlamaya karar verdiğimiz bir yolculuk gibi.
Bir yandan öğrenmenin sonsuzluğunda soluksuz kalıp heyecanla yenilerine uzanmak telaşı, diğer yandan da ya yetişemezsem, ya bilemezsem, ya geri kalırsam kaygısı… Öğrenme öyle bir süreç ki; en çok içinde yer almaktan bıkmayanı aralıksız koşturuyor, meraklandırıyor ve coşturuyor…
Önce “Bireysel gelişim” diyor yayınlar, söylemler, sunumlar… Bireysel gelişim kendini çok yönlü tanımayla başlıyor. Yalnızca sözel ve sayısal içerikli öğrenmeler üçüncü bin yılda artık yetmiyor.
Günümüzde akademik zekânın (sözel, sayısal) yaşamdaki başarıya etkisi % 20 iken, başarının % 80’inin duygusal zekâdan (insanlarla ve çevreyle iletişim, kendini başkalarının yerine koyma, sabır, kararlılık, hoşgörü, esneklik, kendiyle barışık olma) geldiği kabul ediliyor.
Kendini görsel, sosyal, bedensel, duygusal vd. boyutlarla da tanımlamak gerekiyor. Bu çok yönlülük ekosistemlerdeki yapı, işlev ve büyüklükler kadar çeşitli. Orman ekosistemini tanıyıp, kent ekosistemlerini anlamaya çalışmak ya da meyve bahçelerinde gezerken, sulak alanların zenginliğini düşünmek kadar zenginleştirici. Görmek, duymak, koklamak, dokunmak ve tatmak kadar çeşitli.
Bireysel gelişim; kişiyi kendini tanıma yolculuğuna çıkmışken, bireysel farklılıklarını belirleyip yaratıcılığa kadar uzanmaya götürüyor. Belirlenen özelliklerden; yeni düşünce şemaları, yeni yaşantılar, yeni deneyimler ve yeni ürünler yaratma çabaları ortaya konuyor.
Bana kalırsa, yaratıcılığın doyumsuz keyfi “Daha önce hiç düşünmemiştim ki derken, işte şimdi ve bu!” demek. Bilinen tüm bireysel, kurumsal ve toplumsal engellere karşın yine de yeniyi üretme ve yaratma çabasına girişmek.
Bireysel gelişim kendine yatırım yapma, kendini değişik alanlarda temsil etme ve kendini değerli bulma demek olabilir. Bu yatırım, kullanım süresi dolmuş bilgileri saklamaktan vazgeçip özgeçmişi ve kurgulanacak geleceği güncellemekten geçiyor.
Bilginin doğruluğu bilimsel yollarda üretilse bile tartışılabiliyor. Bireysel gelişim öncelikle bunun için sorun çözme, eleştirel ve yaratıcı düşünme becerilerini edinmekle başlıyor.
Kurumsal gelişim, bireysel gelişimden sonraki adım. Öyle ya doğanın varoluşu da önce çekirdekten başlamıyor mu? Bitkilere bakıyoruz, bir tohumdan kardelen çiçeğine uzanıyor varoluş. Ağaçlar, küçücük fidanken asırlık meşeler olabiliyor. Bir başka yaşam, yumurtadan kurtçuğa ve kelebeğe dönüşüyor Kuluçkadaki bir yumurta, küçük ağaçkakan olarak akarsu kıyısındaki ağaçlıklarda büyüyor.
Kurumlar ancak onları var eden bireyler kadar gelişmiş ve yeterli olabiliyor. Öğrenirlerse hep birlikte, yeniden ve sürekli. Yenilenmeden sürdürülen her şey gibi, kurumlar da önce sıradan olma niteliğini kazanıyor, sonra işlevini yitiriyor ve giderek etkisiz bir konuma geçiyor. Varlığı ile yokluğu belli belirsiz algılanıyor.
Birlikte, yeniden ve sürekli değişmeyen eskiyor. Eski, kimi zaman heyecan verici ve değerli olabiliyor. Müzede, fotoğraf albümlerinde, anılarda ve belki de bir şarkıda… Ancak kurumlarda değil.
Öyleyse kurumlar da öğrenmenin tadını alıyor. Bu tadı aldıkça, bir genç hızıyla düşünce üretme ve ürettiklerini kendine gereksinim duyanların hizmetine sunma telaşına düşüyor. Eğitimcinin Eğitimi, Yönetimi Geliştirme, Teknik Seminerler, İletişim Becerileri vd. ve bu seminerleri sunan eğitmen ya da danışmanlar bu tada ulaştırma yollarını çiziyor.
Eğitim ve danışmanlıkta öğrenme, niçin sorusuna yanıtlar bulmayla başlar. Bu yanıtlar katılımcılarla paylaşılacak bilimsel temele dayandırılan içerikleri belirler. Sonrası, değişik etkinliklerdeki can alıcı noktaları güncel öğretim yaklaşımları, yöntemleri ve teknikleriyle sunmaktır.
Bu arada öğrenmede sorumluluk alma temel koşuldur. İster bireysel ister kurumsal olsun sorumluluk; düzenlemeler yapma yoluyla analizlerde bulunma, adımlarını planlama, kararlarını uygulamaya koyma ve ne olup bittiğini sürekli izlemedir.
Eğitim ve danışmanlık desteğiyle, kurumsal ve bireysel gelişimin ortak paydası öğrenmenin tadını almaktır. Bu tad, kimi buluşmalar için kırk yıl önce içilen bir fincan kahve lezzetinde unutulmaz anlar bırakarak yaşanır ve hatırı kalır. Kimi karşılaşmalar için de kırk yıldır söylenen, yazılan aynı şeyler dedirtir ve unutulur. İstenileni bulmanın ve belirlenen hedeflere ulaşmanın arama adresi: Öğrenmenin Tadı!
—
(*) Bu yazı Kariyerin. IAT Turizm Ticaret Ltd.Şti.’nin (Şimdiki adıyla İzgören Akademi) bülteninde aynı başlıkla Nisan 2002’de yayımlanmıştır.
(**) Yazı, Tülay Üstündağ tarafından çok az sözcük değişikliği ve düzeltmeyle yeniden paylaşılmak istenmiştir.
Kahvenin keyfi ötesinde, Şahsen fincanın keyfini de fark etmiş olarak; Tutamağı ‘mahmuzlu olan’ çeşidin farkının ‘altını çizmek’ isterim..! Tebrikler ve Teşekkürler!
Sayın Zafer Cengiz,
Zaman ayırarak yazımı okuduğunuz için çok teşekkür ederim. Bu sabah kahveniz benden olsun. Afiyetle için… Selamlarımla…